4054 sayılı Kanun, mal ve hizmet piyasalarında rekabetin korunması amacı doğrultusunda emredici hükümler ve bu hükümlerin ihlali durumunda uygulanacak yaptırımlara yönelik düzenlemeler içermektedir. 4054 sayılı Kanun’a aykırı eylem ve işlemler Kanun’un “Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Eylem ve Kararlar” başlıklı 4., “Hakim Durumun Kötüye Kullanılması” başlıklı 6. ve “Birleşme veya Devralma” başlıklı 7. maddesi ile belirlenmekte, Kanun’un esasını teşkil eden bu emredici nitelikteki hükümlere aykırılığın yaptırımları ise Kanun’un ikinci kısmının üçüncü bölümünde düzenlenmektedir.
4054 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen emredici hükümlerine aykırılığın özel hukuk alanındaki sonuçları, Kanun’un “Rekabetin Sınırlanmasının Özel Hukuk Alanındaki Sonuçları” başlıklı beşinci kısmında yer almaktadır. Bu kısımda yer alan dört maddede (m. 56-59) geçersizlik, tazminat hakkı, zararın tazmini ve ispat yükü konuları düzenlenmektedir.
4054 sayılı Kanun’un beşinci kısım geçersizlik ve tazminat konuları düzenlemelerinde büyük ölçüde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) ve bu Kanun’un yerine 1.7.2012 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) klasik ilkeleri geçerli olmakla birlikte anılan Kanunlarda yer alan birtakım ilkelerden ayrıldığı görülmektedir:
4054 sayılı Kanun’un 56. maddesinde düzenlenen geçersizlik yaptırımı, Borçlar Hukukunda yer alan, kanuna aykırı sözleşmelerin geçersizliği ile aynıdır. Kesin hükümsüzlük (butlan) yaptırımına tabi olan bu tür hukuki işlemler, yapıldıkları andan itibaren hiçbir hüküm ve sonuç doğurmazlar. Bir anlaşma veya kararın geçersizlik yaptırımına tabi olması için, 4. madde kapsamına girmesi ve 5. maddedeki muafiyetten yararlanamaması gerekmektedir. Bu çerçevede 4. madde kapsamına giren anlaşmalar zaten kendiliğinden hüküm doğuran mutlak butlan yaptırımına tabi olup, bu yaptırımın sonuç doğurması için anlaşmanın 5. maddedeki muafiyetten yararlanmaması gerekmektedir.
Anlaşmanın bir bölümünün kısmi butlanla sakat olması durumunda ise, taraflar anlaşmanın geçerli olan hükümlerinden doğan hak ve borçlarını yerine getirmekle yükümlüdürler. Ancak uygulamada, söz konusu hak ve borçların anlaşmanın sakat bölümüne mi, yoksa geçerli bölümüne mi ilişkin olduğunun tespiti konusunda güçlükler ortaya çıkabilmektedir. Böyle bir durum için genel bir kural söz konusu olmayıp, tespitin somut anlaşma veya karar bazında yapılması gerekmektedir.
Rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve kararların geçersizliğinin ilk sonucu bu anlaşma ve kararlardan doğan borçların ifasına ilişkindir. 4054 sayılı Kanun m. 56’ya göre, geçersiz anlaşmalardan ve kararlardan doğan edimlerin ifası istenemeyecektir. Dolayısıyla kendi borcunu yerine getirmiş olan taraf, karşı taraftan borcunu ifa etmesini isteyemez ve bu tür bir taleple mahkemeye başvuramaz. Taraflardan birisinin ifayı talep etmesi durumunda, karşı taraf geçersizlik itirazında bulunabilecektir. Mutlak butlanla sakatlanmış bir sözleşme başlangıçtan itibaren hiçbir hak ve borç doğurmayacağından esasen ortada ifa edilecek bir borç bulunmamaktadır.
Rekabeti sınırlayıcı anlaşma veya kararın geçersizliğinin bir diğer sonucu da bu anlaşma veya karara göre ifada bulunmuş olan tarafın yerine getirdiği edimleri geri isteme hakkının ortaya çıkmasıdır. 4054 sayılı Kanun’un 56. maddesinde, daha önce yerine getirilmiş edimlerin geçersizlik nedeniyle geri istenmesi halinde tarafların iade borcunun sebepsiz zenginleşmeye ilişkin TBK. 79. ve 80. (BK. 63. ve 64.) maddelerine tabi olacağı ve ahlaka aykırı bir amaçla verilmiş şeylerin iadesinin istenemeyeceğine ilişkin bulunan TBK. 81. (TBK. 65.) maddesinin bu Kanundan doğan ihtilaflara uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla taraflar bu durumda verdiklerini geri isteyebileceklerdir.
4054 sayılı Kanun’da yer alan tazminata ilişkin düzenlemeler incelendiğinde, Kanun’un 57. maddesinde Kanun kapsamında doğan tazminat yükümlülüğünün taraflarının ve şartlarının ele alındığı görülmektedir. 57. maddenin lafzından, Kanun’a aykırı anlaşma veya karardan zarar gören herkesin tazminat davası açabileceği açık bir şekilde yer almakta, 58. maddede ise zımnen “tüketicilerin” ve açıkça “rakip teşebbüslerin” örnek olarak verildiği görülmektedir. Bu çerçevede 4054 sayılı Kanun’da tazminat davasının davacılarını belirtmek üzere sınırlı sayma yoluna gidilmemektedir. Nitekim 58. maddenin asıl amacı, tazminat davasının taraflarını değil, ödenecek tazminat miktarının nasıl hesaplanacağını belirlemektir.
4054 sayılı Kanun’un 58. maddesinin birinci cümlesinde, zarar görenlerin ödedikleri bedelle, rekabet sınırlanmasaydı ödeyecekleri bedel arasındaki farkı zarar olarak talep edebilecekleri ifade edilmiştir. Rakiplerin tazminat hakkına ilişkin olan 58. maddenin son cümlesinde ise, zararın hesaplanmasında, zarar gören işletmelerin elde etmeyi umdukları bütün karlarının geçmiş yılların bilançoları da dikkate alınarak hesaplanacağı ifade edilmiştir. Rakip teşebbüslerin uğradıkları bu zararın türü ise, yoksun kalınan kardır. Rakip teşebbüslerin zararlarının hesaplanmasında, teşebbüslerin malvarlıklarının mevcut durumdaki miktarı ile rekabet kısıtlanmamış olsaydı ulaşacağı miktar arasındaki fark esas alınmaktadır.
4054 sayılı Kanun’da, zararın hesaplanmasına ilişkin olarak yer verilen önemli bir düzenleme, 58. maddenin ikinci fıkrasında yer alan üç katı tazminata ilişkin hükümdür. Buna göre; zarar, tarafların “anlaşmaları” ya da “kararları” veya “ağır ihmallerinden" kaynaklanıyorsa, hâkim zarar görenlerin talebi üzerine uğranılan maddi zararın ya da zarara neden olanların elde ettiği veya elde etmesi muhtemel karların üç katı oranında tazminata hükmedebilecektir. Üç katı tazminatı öngören bu düzenleme, Kanunumuza Amerikan Rekabet Hukukundan esinlenerek alınmıştır. Tazminat hukuku ilkeleri ile bağdaşmayan bu kural, maddede her ne kadar “üç katı tazminat” ifadesi ile yer alsa da, tazminat değil bir tür cezai yaptırım niteliği de göstermektedir. 58. maddenin son fıkrasında, üç katı tazminata hükmetme konusunda mutlaka zarar görenlerin bu yönde bir taleplerinin bulunması gerektiği belirtilmekle birlikte, “hükmedebilir” şeklindeki ifadeden bu konuda hâkime takdir yetkisi tanındığı görülmektedir.
Kural olarak, tazminat talebinde bulunan kişi, haksız fiilin unsurlarının oluştuğunu ve meydana gelen zararın miktarını ispatlamak zorundadır. Rekabet hukukunda da bu genel kural geçerli olmakla birlikte, Kanun’un 59. maddesinde, uyumlu eylemlere ilişkin olarak 4. maddedekine benzer bir karine getirilerek bu ispat yükü ters çevrilmektedir. Bu düzenleme ile zarara uğradığını iddia eden kişi açısından, uyumlu eylemlerle ilgili bir ispat kolaylığı getirilmektedir. 59. maddenin ikinci fıkrasında, rekabeti sınırlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaların her türlü delille ispatlanabileceği ifade edilmektedir. Bu hüküm, taraflara delil serbestîsi kolaylığı sağlamakla birlikte, tazminat talebi için sadece rekabetin sınırlandırıldığının ispatlanması yeterli olmayıp, haksız fiilin diğer unsurlarının (kusur, zarar, illiyet bağı vs) da varlığının ispatı gerekmektedir.